Yıl 1958, şimdiki ‘Tiyatro Binası’, eski ismi ile Kitaplık’ta Hz. Mevlâna’yı anma törenleri yapılıyor ve ben henüz 12 yaşındayım. Evdeki fertler gündüz ve gece olmak üzere Semâ’ı seyretmeye gittiler. Tek kalan bilet bana düştü ve gece programına gittim ama ilk edep dersimi de orada aldım. Nât-ı Şerif icra ediliyordu, ben nasıl oturduğumu hatırlamıyorum ama yanımda oturan tanımadığım bir zat beni ikaz etti: “Oğlum bu bir ayindir, derli toplu otur ve dinle burada böyle oturulmaz!”. Eve geldim, babama “Ben Semâ çıkarmak istiyorum” dedim.
Babam Hüseyin Holat Mevlânâ Dergâhı son Mesnevihanı Hüseyin Sıtkı Dede’nin talebesi olması sebebiyle evimizde ve çevremizde Mevlevî etkisinde büyüdük. Babamın adı Hüseyin ama ihvan Avni diye hitap ederdi zira Mesnevihan Hüseyin Sıtkı Dede “oğlum benim adım da Hüseyin idi ama sadâkatimden dolayı bana Sıtkı lakabını taktılar sen de güzel huyla iştigal et ki sana da bir isim versinler” demiş. Bir zaman sonra babama Avni ismini vermişler.
Sema’ isteği ve şevki üzerine Babam, tekkeler kapatılmadan önce Dergâh adabını gören kimselerden olan komşumuz Ali Karadağ’ın evinde Ali Dede ve Süleyman Dede’nin oğulları ile birlikte, yer döşemesi kavak ağacından olan evde ilk Semâ talimimize başladık. Semâ tahtasının kavak oluşu ve tuz serpilişinden dolayı çivi taliminde çivinin yeri çukurlaştı ve çivi yeri normalden fazla oyulunca da ayağımız yara yaptı, zaman zaman çalışmadan kaçtığımız oldu ama sonra tekrar başladık. Babamın götürdüğü ev sohbetleri ve zikirlerde sema ederdik. Derken 1962 yılında Semâ’ı çıkarıp 8 kişi ile dergâhların kapatılmasından sonra ilk defa Konya’lılar olarak ayin-i şerif’e katıldık. Başlangıç böyle oldu ve bereketli bir şekilde sayı yüzleri buldu efendim.
Sema edişimin 6. veya 7. yıllarında birgün annem beni karşısına alıp “Oğlum sana birşey söylemek istiyorum; sen Ebu İshak Kâzirûni Hazretleri’nin isteğiyle dünyaya geldin ve sana 6 aylık hamile iken manâmda (rüyamda) Hz.Pir geldi, “Kalk Semâ edelim” dedi. ‘Beni elimden tuttu ve bana Semâ’ı çıkarttı, senin Semâzenliğin ana karnında başlar. Doğunca Dervişe Munibe Hanım seni palize ile besledi ve sana Rahim adını verdi.”dedi
Munibe Hanım Ebu İshak Hazretlerinin tekkesinde tekkenişinlik yapan ve onunla mihman olan, oğlu da sefir olan, bir dervişe idi. Arasıra dükkâna gelir babam’a “Avni Efendi; İshak Dede bana biraz mangır lütfetti, şunlara biraz et ve kadayıf al da ihvanı toplayalım” derdi. 1952 yıllarında hatırlıyorum oraya gidilir tekkede zikir yapılırdı.
1977 senesinde Selman Tüzün Efendi, o zamanlar henüz vilayet olarak kutlanılmayan Hz. Mevlâna ihtifallerine büyük bir ehemmiyet gösterirler ve o günleri ihya ederlerdi. Nur içinde yatsın. Hazreti Mevlâna’yı Anma Törenleri o zamanlar Turizm Derneği tarafından organize edilirdi. Bu gelişinde Dernek başkanı Fevzi Halıcı “ Dedem, biz bundan sonra Mustafa ile Semâ’ı götüreceğiz, izin ver. Mustafa Semâzenbaşı olacak” dedi. Selman Dede de “Hay hay “ dedi ve 1977 yılında semazenbaşı olarak ilk resmi programa katıldım. Ahmet Bican Dedem de ara sıra sema ettiğinde beni semazenbaşı olarak çıkartırdı. Hatta Ahmet Bican Dede ile Nezih Uzel “Şunun boyu 1 karış daha uzun olsaydı” diye latife ederlermiş.
Büyüklerimiz bize sema öğretirken nasihatlar verir ve şöyle derlerdi “Önce gönülden kini çıkaracaksın, sonra oraya yalnızca aşkı dolduracaksın. Kibirden uzaklaşacaksın. Semâhane bir can bahçesidir, ilahi sofradır. Hakka kavuşma ve Cemâlullah’ı görmedir. Orada şeytanın yeri yoktur ve raks değildir. “Hz. Sultan Veled Efendimizin dediği gibi “ Asıl Semâ benliğinden geçmektir.”
1978 yılında 7-8 Semâzen yetiştirdim, sonraki yıllarda da devam etti. 1991 yılında Kültür Bakanlığı’nın kurduğu Topluluğa Semâzenbaşı olarak atandım. Resmiyette tekke ve zaviye kanununda şeyhlik olmadığı için postnişinlik ünvanıyla 1991 yılında posta oturdum ve koro içerisindeki 5 talebemle beraber bu zamana kadar Mevlevi ayinlere iştirak ediyorum.
Unutamadığım olaylardan biri de 1970’li yıllarda Tunus’a gittiğimizde Habib Burgiba bize resepsiyon verdi ve “Ben Fransızlardan bu memleketi istiklale kavuştururken Türklerin istiklal harbini örnek aldım. Atatürk büyük kumandandır.’’ sözlerini bizzat kendisinden işitişimdir.
İşi nuş et anma ferde gussası
Her kişi bu demden alır hıssası
Bu demi gör kılma mazi gussası
Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem…
Niyazi Mısri Hz.leri bu şiirinde, Dem’de bulunup o hâl ile yaşamamızı söylüyor bizlere.
Bâki kalan ihvana selâm olsun efendim…
Düzenleme: Selin McCallum